Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yıkım faaliyetlerinin yarattığı çevresel risklerin en başında, asbest, kurşun, cıva vb. tehlikeli atıkların etrafa yayılması ve alıcı ortamları kirletmesidir. Bu türden tehlikeli atıkların yaşam çevremizde, yani evimizde, işyerimizde, sokağımızda ya da mahallemizde bulunması sadece çevresel etkileri açısından değil aynı zamanda hem halk hem de iş sağlığı ve güvenliği açısından bir risktir.
Yıkımda oluşan tozlar gerekli ön temizlik ve söküm yapılamadığı durumda kanserojen olarak bilinen asbest, kurşun, civa gibi tehlikeli atık partiküllerini içerir. Bu nedenle tozu solunması yıkım operatörü, söküm işçisi gibi gerek yıkım firması çalışanları gerek yıkımı denetlemekle görevli teknik personel gerekse de civarda yaşayanlar ve yıkımı izleyenler için solunum sistemi hastalıkları ve akciğer kanserine kaynaklık edebilir. Öte yandan tozlar uygun rüzgâr koşullarında yıkım mahallinden daha uzak bölgelere rahatlıkla ulaşabileceğinden riskleri bölgelere de taşıyabilmektedir.
Yıkım faaliyeti sırasında tehlikeli atık maruziyeti kontamine (tehlikeli atık içeren ve bulaşan) malzemenin etrafa yayılması, saçılması ve özellikle de tozuması yoluyla gerçekleşir. Bu nedenle gerek yıkım süresince gerekse yıkım atıklarının (molozlarının) yüklenmesi ve taşınması sırasında toz emisyonu (tozuma) oluşumunu önlemek amacıyla TS13883 standardına uygun toz bastırma donanımları ile seyyar veya sabit sulama sistemlerini yıkım şantiyesinde hazır etmek ve kullanmak gereklidir.
Oysa ülkemizde yıkımda toz ve asbest güvenliği sürekli göz ardı edilen bir konudur. Bu ihmalin son örneği Ankara Büyükşehir Belediyesine ait Meyve ve Sebze halinde aşağıda görseli bulunan ve ASBEST lifi içerdiği alınan numune analizi ile ortaya konulan eternit çatılı kulübelerin gelişi güzel yıkımı esnasında yaşanmıştır. Yıkım sonrasında inşaat atıklarının etrafa yayıldığı, etrafa yayılan bu enkazların yıkımdan haftalar sonrasında bile alınan örneklerin analizinden anlaşıldığı üzere o yöre halkı ve bitişiğindeki ANKAMALL AVM ye gelip giden binlerce insanın ASBEST lifi soluduğudur. Sonuç olarak, buradaki yıkım örneğinde olduğu gibi yıkımlar başta ASBEST ve tehlikeleri olmak üzere gözardı edilerek kontrolsüz süreçlere dönüşmüştür.
Ancak yaşanan toz maruziyeti sonucunda hastalıklar kısa sürede ortaya çıkmadığından yıkımda asbest ve toz güvenliği “bir şey olmaz” mantığıyla kolayca ihmal edilmektedir ancak unutulmamalıdır ki ne kadar göz ardı edilirse riskler de o oranda büyümektedir. Gerekli önlemler alınmaz ise önümüzdeki yıllar ülkemizi bir bölümü yaşam çevremizdeki kontrolsüz ve güvenliksiz yıkımlardan kaynaklanan akciğer kanseri ve diğer akciğer hastalıklarıyla baş etmek zorunda bırakacaktır.
Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki; ulusal mevzuatımızda yıkımda ASBEST ve toz güvenliğine ilişkin yetersiz de olsa hükümler bulunmaktadır. Örneğin HAFRİYAT TOPRAĞI, İNŞAAT VE YIKINTI ATIKLARININ KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ’nin 21. maddesi gereğince toz emisyonlarına karşı önlem alınması ve gerekli hava kalitesi standartlarının sağlanmasını; 22nci maddesinde ise asbest, boya, floresan, cıva, asit ve benzeri tehlikeli atıklara karşı önlem alınmasını hüküm altına almıştır. 2017 yılında yayınlanmış olan ve yıkım yönetimindeki temel kuralları düzenleyen “TS 13633 Yapıların Tam ve Kısmi Yıkımı İçin Uygulama Kuralları” ile “TS 13895 Asbest İçeren Malzemelerin Sökümü ve Asbest Bertaraf Yöntemleri Kılavuzu” başlıklı standartlar ise yapılması gereken iş ve işlerin tekniğini açık bir şekilde belirtmektedir. Ancak bu konuda en temel düzenleme olan Çevre Kanunu’nun 8inci maddesi gereğince “Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler”. Yıkım da ASBEST ve toz güvenliğini ihlal edilmemelidir.
Bir yanıt bırakın